CHP Milletvekili Erdoğan Toprak’tan Haftalık Değerlendirme Raporu

CUMHURİYET HALK PARTİSİ İSTANBUL MİLLETVEK...
 CHP Milletvekili Erdoğan Toprak’tan Haftalık Değerlendirme Raporu

17.01.2022 - 14:53

Güncelleme : 17.01.2022 - 14:53
CUMHURİYET HALK PARTİSİ İSTANBUL MİLLETVEKİLİ VE GENEL BAŞKAN KOORDİNATÖR BAŞDANIŞMANI ERDOĞAN TOPRAK’IN 13 ARALIK 2021 TARİHLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU

İÇ POLİTİKA

  1. İktidar kendi elleriyle yarattığı ağır kriz tablosu karşısındaki acizliğini, siyasi gerginlikler yaratarak örtmeye çalışıyor. Halka önerdiği tek çözüm: Yeme, içme, tüketme, kullanma, barınma!

DIŞ POLİTİKA

  1. Esad yönetimiyle ilişkileri normalleştirme adımlarına hız veren Arap ülkelerine Katar’ın da katılması dikkat çekerken, İktidar ile Katar arasında Suriye ve Esad konusunda bir ayrışmanın başladığı gözleniyor!
  2. Ukrayna-Rusya gerginliği tırmanmaya devam ederken, Biden-Putin görüşmesi de tansiyonu düşürmedi. Ukrayna Krizi’nin çözüm sürecinde Türkiye dışlandı!
  3. Bulgaristan’da bu yıl içinde üç kez yapılan parlamento seçimlerinden sonra nihayet dört partili koalisyon hükümeti kuruldu. Hükümetin önceliği rüşvet ve yolsuzluklarla mücadele!
  4. Türkiye’yi G20’de ilk 10’a sokma iddiasındaki iktidar, organize suçlarda dünya 12’ncisi yaptı. Türkiye, Küresel Organize Suç Endeksi 2021 yılı raporunda Birleşmiş Milletler üyesi 193 ülke arasında 12’nci sırada yer aldı!

EKONOMİ

  1. İktidarın ihracat artışına dayalı modeli çöktü. Dış ticaret hadlerine ilişkin resmi veriler; iktidarın tek seçeneğinin emeği ucuzlatmak ve Türkiye’yi Avrupa’nın Bangladeş’i yapmak olduğunu, gösterdi.
  2. İktidar, üretici ve market zincirlerinden sonra stokçulara da ülkeyi mezar edeceğini söylüyor!
  3. TÜİK’in Ekim 2021 İşsizlik ve İstihdam İstatistikleri, ekonomik gerçekler ve ağır işsizlik tablosuyla örtüşmüyor. Ayrıca İş ve İşçi Bulma Kurumu verileriyle de çelişiyor!
  4. Merkez Bankası Piyasa Katılımcıları Anketi sonuçları, kur-faiz-enflasyon-para politikalarına ve Çin endeksli Yeni Ekonomik Modelin çözüm olacağına kimsenin inanmadığını ortaya koydu!
  5. Merkez Bankası’nın şu ana kadar yaptığı 4 puanlık faiz indirimi, bankaların mevduat ve kredi faizlerine yansımadı!
  6. İnşaat maliyet endeksi yıllık bazda enflasyonun iki katı düzeyine ulaşarak yüzde 41,93 oldu!

1.İktidar, kendi elleriyle yarattığı ağır kriz tablosu karşısındaki acizliğini siyasi gerginliklerle ve vatandaşın feryatlarını yansıttığı sosyal medyayı ‘demokrasiye tehdit’ diyerek örtmeye çalışıyor. Halka önerdiği tek çözüm: Yeme, içme, tüketme, kullanma, barınma! Yakıcı hale gelen barınma sorununda konut fiyatları ve kiralar, depozito-kapora ödemeleri döviz ve altın olarak talep ediliyor. İktidar, vatandaşı sahipsizliğe ve çaresizliğe terk ediyor!

Kontrolündeki medya ve televizyonların sansürleyerek gizlemeye çalıştığı ağır ekonomik kriz ve altından kalkılamaz hale gelen zamlar karşısında aciz kalan iktidar, siyasi gerginlikleri tırmandırıp tehditler savurarak, sosyal medyada feryat eden halkın çığlıklarını ‘demokrasiye tehdit’ diyerek örtmeye çalışırken, toplumu sahipsizliğe ve çaresizliğe terk ediyor.  Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan Asgari Ücret Tespit Komisyonu Üyesi değil. Ancak iktidar medyası komisyonun bu haftaki toplantısının yasal dayanaktan yoksun olmasına rağmen Saray’da CB Erdoğan ile yapılacağını duyuruyor.

Akaryakıt zamları artık 24 saatte bir yapılmaya başlandı. Temel gıda ve ürün fiyatlarında döviz kurları gibi saat başı değişiklikler yaşanıyor, gün içinde pek çok malın fiyatı zamlanıyor. Pandemide en temel yaşamsal ürün olan hijyenik temizlik ürünlerinde, tuvalet kâğıdından havlu kâğıda ıslak mendile varana kadar tek seferde yüzde 100’e ulaşan zamlar yapılırken vatandaşa söylenen, “ananız-babanız-dedeniz tuvalet kâğıdı mı kullanıyordu?”

Bir ay içinde çiğ süt fiyatları ikinci kez zamlandı. Peynir, süt, yoğurt vb. süt ürünlerine de ikinci kez yüzde 50 düzeyinde zam yapıldı. Çocukların beslenmeleri, süt içebilmeleri, et yiyebilmeleri, sebze-meyveyi tadımlık da olsa tüketmeleri olanaksız hale geldi. İktidarın, iktidar vekillerinin halka tavsiyesi, buldukları yegâne çözüm; Yemeyin, içmeyin, tüketmeyin, ısınmayın, gramla-taneyle alın, barınmayın, harcamayın! Yandaş medya gazete ve televizyonlarında bir anda et ve süt tüketiminin zararlarını anlatan haberlerle bu ürünleri tüketenlerin çevreyi kirlettiği, doğaya zarar verdiğini içeren bilimsel araştırmalarla dolup taşmaya başladı. Doğayı korumak için proteinden vazgeçilmesi, et-süt tüketilmemesi tavsiyelerine ana haber bültenlerinde yer veriliyor. Halka 6 ay soğan-ekmek yemeyi tavsiye eden, kış günü sera ürünü tüketmenin sağlığa zararlarını anlatan iktidar vekilleri ekranlarda boy gösteriyor.

Yemek-içmek-beslenmek gibi en temel ihtiyaçlarını karşılamaktan hızla uzaklaşan toplum kesimleri için barınma, başını sokabileceği bir yer bulma konusu da giderek zorlaşıyor. Yüksek öğrenim öğrencilerinin yurt sorununu çözemeyen iktidar, gençlerin ‘barınamıyoruz’ eylemlerini valilerin emriyle yasaklatarak, gözaltına alarak, güvenlik güçlerini üzerlerine salarak acizliğini sergiliyor. Daha da vahim olan dövize endekslenen konut fiyatları ve kiralarla barınma ihtiyacının karşılanmasının giderek olanaksız hale gelmesi.

Ülke genelinde ev sahipleri daha yüksek kira geliri için yaygın şekilde kontratları feshetme yoluna giderken konut kiralamak isteyenlerden ise dövize endeksli fahiş kira bedelleri, depozito ve kaparo ödemesinde dolar-euro-altın talep edilmeye başlandı. Bu tablo barınma ihtiyacındaki yüz binlerce kişiyi sokakta kalma ihtimaliyle yüz yüze bırakıyor. İlk ve ikinci el konut satış piyasası ise neredeyse durdu. Konut satış fiyatları döviz üzerinden belirlenerek talep edilirken, satıştaki konut ilanları da emlak piyasasından çekildi. Döviz kurları gibi her gün satış fiyatına kur artışı gerekçesiyle 50150 bin TL ilaveler yapılarak fiyatlar yükseltiliyor!

İktidar politikalarıyla hayatın ve ekonominin her alanında dolar-euro egemenliği kuruldu. CB Erdoğan, Bakara suresinden ayetler okuyup inanç istismarına yöneliyor. Kendi yarattığı ekonomik felaketi ‘Allah’ın sınaması’ diye ambalajlıyor. 17 Ağustos 2013’te resmi hesabından paylaştığı twiti unutmuş olmalı! 

https://yenisoluk.com/uploads/2021/12/twt

2.Arap ülkelerinin Ürdün Mutabakatı ile Suriye’yi yeniden sahiplenme ve aralarına alma girişimlerine son olarak Arap Enerji Konferansı’nın Suriye’de düzenlenmesi adımı eklendi. Esad yönetimiyle ilişkileri normalleştirme adımlarına hız veren Arap ülkelerine Katar’ın da katılması dikkat çekerken, İktidar ile Katar arasında Suriye ve Esad konusunda bir ayrışmanın başladığı gözleniyor!

Petrol İhraç Eden Arap Ülkeleri Örgütü (OAPEC) geçen hafta gerçekleştirdiği toplantıda 2024 yılındaki Arap Ülkeleri Enerji Zirvesi’nin Şam’da yapılmasını ve 2022’den itibaren örgüte Suriye’nin başkanlık etmesini oy birliği ile kararlaştırdı.

Özellikle Suriye’de ve Libya’da Türkiye ile ortak hareket eden, Şam yönetimini ve Esad’ı devirmek için yürütülen çabalara destek veren Katar’ın da zirvenin Şam’da yapılmasına onay vermesi ve uyguladığı veto blokajını kaldırması dikkat çekici! Katar, Suriye’nin 2012 yılında askıya alınan Arap Birliği üyeliğine geri dönmesini bugüne kadar bloke eden ve veto uygulayan ülkelerin başını çekiyordu. Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) aldığı inisiyatifle Amman’da düzenlenen Ürdün Mutabakatı, Suriye’de siyasi çözüm sürecinin ve yeniden inşasının hızlandırılması için Arap ülkelerinin devreye girmesini, Suriye’nin için fon oluşturulmasını öngörüyordu.

BAE, bu çerçevede Şam’ı ziyaret ederek Esad ile görüştü. BAE’den sonra Katar’ın da Şam ile ilişkileri normalleştirme ve vetosunu kaldırma yoluna girmesi Suriye’nin yakın dönemde Arap Birliği’ne döneceğini ve Arap ülkelerinin desteğini alacağını gösteriyor.

Petrol üreten Arap ülkeleri örgütünün üyeleri BAE, Katar, Suudi Arabistan, Cezayir, Bahreyn, Mısır, Irak, Kuveyt, Libya, Suriye ve Tunus. Suriye, Arap Birliği gibi dışlandığı örgütte dönem başkanlığı ve petrol bakanları konsey başkanlığı üstlenerek önemli bir pozisyon kazanırken kararın oy birliği ile alınması da ayrıca Arap ülkelerinin Suriye’yi sahiplenme ve yanlarına alma tavrının somut göstergesi.

CB Erdoğan’ın Katar ziyaretinin gerçekleştirildiği günde alınan bu karar, iktidarın Katar ile Suriye ve Esad konusunda ayrıştığını gösteriyor. Katar’ın 2017’deki Körfez krizi sonrasında diğer Arap ülkeleri tarafından ambargo ve abluka altına alınması sürecinin bu yılın ocak ayında uzlaşmayla sonuçlanması ve Katar’ın Körfez Ülkeleri İş birliği zirvesine davet edilmesi Katar’ın BAE ve Suudi Arabistan ile yeniden yakınlaşmasını hızlandırdı. Şimdi buna Suriye’nin de eklenmesi ve Şam-Doha ilişkilerinin normalleşme sürecine girmesi iktidarı Suriye’de izlenen Esad karşıtı politikada tek başına bıraktı. Şam yönetimine karşı muhaliflere ve ılımlı İslamcı cihatçı gruplara verilen destekte, Özgür Suriye Ordusu ve Suriye Milli Ordusu’nun finanse edilmesinde Katar’ın sağladığı desteğin kesilmesi yakında gündeme gelecektir. 

Katar-Suriye yakınlaşmasının ve Suriye’nin OAPEC’in ardından Arap Birliği’ne yeniden dönüşünün de gerçekleşmesinin bölgedeki gelişmelerde ve dengelerde ciddi yansımaları olacaktır.

  • Esad yönetiminin ABD ile ilişkilerine olumlu yansıyacak bu süreçte, Sezar Yasası yaptırımlarının hafifletilmesinin ve Suriye’nin toparlanması sürecinin kapısını aralayabilir.

İktidarın bölgedeki Arap ülkeleri içinde yegâne destekçisi olan ve çok yakın ilişkiler sürdürdüğü Katar’ın da araya mesafe koymaya ve iktidardan bağımsız Arap milliyetçisi politikalara yönelmesinin mutlaka bazı siyasi ve ekonomik sonuçları da olacaktır. O nedenle iktidarın önümüzdeki günlerde eş zamanlı olarak İsrail ve Mısır başta olmak üzere normalleşme arayışlarına hız vermeye çalışması, yalnızlıktan kurtulma çabasına girişmesi beklenmelidir.

Bu süreç Suriye ile diyalog kurma, Şam ile de ilişkileri normalleştirme noktasına da ilerleyebilir. Doğru ve akılcı olan yıllardır iktidara hep söylediğimiz barışçı, karşılıklı içişlerine karışmama ve saygı esasına dayalı dış politika için olması gereken tavır budur. Bu adımların tüm bölge ülkeleri ve komşularla bir an evvel atılması, ülkemizin çıkarlarına ve süratle bölgedeki yalnızlıktan, tecritten, dışlanmışlıktan çıkmasına kapı açacak en uygun dış politikadır.

3.Ukrayna-Rusya gerginliği tırmanmaya devam ederken, Biden-Putin görüşmesi de tansiyonu düşürmedi. ABD Başkanı, Rusya’yı ambargo ve yaptırımlarla tehdit etmeyi sürdürüyor. Putin, Ukrayna’yı işgal planlarının olmadığını, Ukrayna’yı batılı ülkelerin silahlandırdığını söylüyor. Biden, Putin ile görüşmeden önce tüm NATO müttefiki ülkelerin liderleriyle görüş alışverişinde bulunmasına karşılık CB Erdoğan ile görüşmedi. Türkiye, Ukrayna Krizi’nin çözüm sürecinde dışlandı!

Ukrayna ile Rusya arasında Donbas-Donetsk-Luhansk bölgelerindeki gerilim ve karşılıklı askeri yığınaklar devam ederken ABD Başkanı Joe Biden ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında gerçekleşen Ukrayna krizi görüşmesinden olumlu bir sonuç veya uzlaşı çıkmadı. Görüşme öncesi ve sonrasında ABD ve Avrupalı müttefikleri, Rusya’yı yeni bir işgal girişimine karşı çok sert uyardılar.

Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada; Biden’ın Rusya’nın hamlelerini “Avrupa’nın karşı karşıya bulunduğu en büyük güvenlik tehdidi” olarak nitelendirdiği ve Putin’e altından kalkamayacağı yaptırımlar uygulayacağı belirtildi. Rusya’nın Ukrayna topraklarını işgal etmesi halinde ABD’nin Avrupalı müttefikleriyle harekete geçmeye ve tereddüt etmeden en sert yanıtı vermeye hazır olduğu duyuruldu. ABD Başkanı Biden olası bir Rusya işgali durumunda Ukrayna’ya asker gönderme düşüncesinin olmadığını açıkladı. Rusya Devlet Başkanı Putin ise batılı ülkelerin ortaya attığı Ukrayna işgali senaryosunun tamamıyla gerçek dışı ve algı amaçlı olduğunu dile getirerek kendilerine karşı yapılacak her şeye misliyle karşılık vereceklerini vurguladı.

Görüşme sonrasında Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamada NATO’dan Ukrayna ve Gürcistan’a 2008 yılındaki NATO Liderler Zirvesi’nde verilen üyelik taahhüdünü iptal edilmesi ve Rusya sınırına silah konuşlandırmama sözü verilmesi istendi. NATO’nun son yıllarda doğuya doğru ilerlediğine dikkat çekilen açıklamada, Rusya’nın bu konudaki endişelerinin kayda alınmadığı vurgulanarak ‘Ukrayna’nın NATO üyeliği Rusya’nın kırmızı çizgisidir’ denildi. Askeri uçak ve gemilerin çatışmayla burun buruna gelmesini engellemek için ABD ve NATO’ya ‘düzenli diyalog toplantıları düzenleme’ önerisinde bulunuldu.

Rusya lideri Putin’in Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği taahhüdünün iptal edilmesini gündeme getirdiğinin açıklanması üzerine NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ittifakın bu konudaki duruşunun ve iki ülkeye verilen sözün değişmediğini belirtti. Her ülkenin kendi yolunu çizme hakkı ve ulusal güvenlik tercihleri olacağını kaydeden NATO Genel Sekreteri, NATO’nun Ukrayna ile ilişkisine 30 NATO üyesi ülkenin karar vereceğini dile getirdi. Türkiye’nin Karadeniz’e kıyısı olan en büyük NATO ülkesi olmasına karşılık gerek ABD tarafından gerekse Rusya tarafından Ukrayna krizinde dışlanması, CB Erdoğan’ın arabuluculuk önerisinin geri çevrilmesi kanımca her iki tarafında iktidara güvensizliğinin işareti.

Hatırlanacağı gibi; Rusya’nın şiddetle karşı çıktığı en öncelikli konu Ukrayna’nın NATO’ya üyeliği olmasına karşılık iktidar, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğine tam destek veriyor. Rusya, Ukrayna ordusuna silahlı insansız hava aracı satışlarından rahatsızlığını Putin’in ağzından CB Erdoğan’a doğrudan iletti ve bu satışların Ukrayna’nın saldırganlığını cesaretlendirdiğini öne sürdü. Yine Türkiye Rusya’nın Kırım ilhakını da tanımıyor ve Kırım’ın Ukrayna toprağı olduğu görüşünü sıklıkla dile getiriyor. Ukrayna ile iş birliğinin üçüncü ülkelere karşı olmadığını belirten CB Erdoğan hem Ukrayna hem Rusya ile iyi ilişkilere sahip olduklarını, bölgede artan gerilimin düşürülmesini sağlamak için kolaylaştırıcı bir rol üstlenebileceklerini söylese de Rusya’dan gelen mesajlar Putin’in buna sıcak bakmadığını gösteriyor.

Biden’ın askeri seçeneği düşünmediğini dile getirmesi Ukrayna geriliminde NATO’nun bir Rusya’ya askeri yanıt verme seçeceğinin gündemde yer almadığını sadece ekonomik ve diplomatik yaptırımlarla yanıt verilmesinin planlandığını ortaya koyuyor. ABD ve NATO müttefiklerinin Ukrayna krizinde olası Rusya planları için Türkiye’den bir beklentilerinin olmadığı, süreçte rol almasının düşünülmediği anlaşılıyor.

Türkiye kendi çıkarlarını öncelemeli sorunlarda taraf olmamalıdır. Suriye’de ABD-Rusya’yı dengeleme, birini diğerine karşı kullanma politikasının ülkemizi içine düşürdüğü zorluklar ortada iken Karadeniz’de de Rusya ve batı arasında bir tarafa veya diğer tarafa yanaşarak süreçte yer alma yanlışına düşülmemelidir.

4.Trakya ve Karadeniz’de komşumuz olan, binlerce soydaşımızın yaşadığı Bulgaristan’da bu yıl içinde üç kez yapılan parlamento seçimlerinden sonra nihayet dört partili koalisyon hükümeti kuruldu. Kasım başında yapılan üçüncü erken seçimin ardından bir ay süren pazarlıklarla kurulan koalisyon hükümeti protokolünde önceliğin yolsuzluklarla ve rüşvetle mücadele olacağı açıklandı.

Trakya ve Karadeniz’de komşumuz olan AB’ye ihracatımızın ana çıkış kapılarından birisi olan Bulgaristan’da binlerce soydaşımız da seçimlerde oy kullandı. Ülkede yolsuzluklardan ve rüşvetten şikâyet söz konusu olduğu için siyasilere ve partilere güvenini yitiren seçmen, sandığa gitmiyor. Yeni kurulan ve ana ilkesini yolsuzluk ve rüşvetle mücadele olarak ilan eden Değişimi Sürdürüyoruz Partisi erken seçimden yüzde 25 oyla ilk sırada çıkmayı başardı ancak tek başına iktidar çoğunluğunu elde edemedi. Hükümeti kurmakla görevlendirilen Değişimi Sürdürüyoruz Partisi’nin lideri genç siyasetçi Kiril Petkov’un Başbakanlığını üstlendiği dört partili koalisyon hükümetinin Cumhurbaşkanı Ruman Radev tarafından onaylanmasının ardından bu hafta yeni hükümet için Bulgaristan parlamentosunda güven oylaması yapıldıktan sonra koalisyon hükümeti göreve başlayacak. Böylece neredeyse yaklaşık bir yıldır geçici hükümetlerle yönetilip üç erken seçim geçiren AB üyesi komşumuz

Bulgaristan’da güvenoyu almış bir iktidar iş başına gelmiş olacak.

Yeni koalisyon hükümetinin başbakanı Kiril Petkov koalisyonun ana önceliğinin ‘yolsuzluk ve rüşvete sıfır tolerans’ olacağını açıkladı. Seçimde yüzde 10 oy alan Bulgaristan Sosyalist Partisi, yüzde 9 oy alan popülist-milliyetçi Böyle Bir Halk Var Partisi ve yüzde 6 oy alan merkez sağ çizgideki Demokratik Bulgaristan İttifakı koalisyon hükümetinin diğer ortakları. Yüzde 22,7 oranında oyla seçimlerden ikinci sırada çıkan Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi İçin Vatandaşlar Partisi (GERB) önemli sayıda üyesinin yolsuzluğa karışmış olması nedeniyle koalisyon müzakerelerine davet edilmedi. Geçmiş dönemlerdeki seçimlerde önemli varlık gösteren Türk seçmenlerin desteklediği Haklar ve Özgürlükler Partisi (HÖH) parlamentoya çok sayıda vekil sokarak kilit parti olmayı başarmıştı. Ancak sonrasında AK Parti iktidarının desteklediği DOST Partisi HÖH’ten ayrılıp ayrı parti olunca HÖH bölünerek güç kaybetti. Bu sene yapılan seçimlerde HÖH, başarı gösteremedi. Mevcut Cumhurbaşkanı Ruman Radev, rakibi Anastas Gercikov’u geride bırakarak yeniden seçildi. Türk seçmenler Anastas Gercikov’a destek vermesine karşılık Radev oyların yüzde 52’sini almayı başardı.

Bulgaristan, daha önce de olduğu gibi yine Türkiye’yi Bulgaristan’ın içişlerine karışmak ve seçimlere müdahale etmekle suçlarken karşılıklı büyükelçilere notalar verildi. Türkiye’den çok sayıda Bulgar göçmeni çifte vatandaş Türk’ün seçimde oy kullanmak için otobüslerle Bulgaristan’a gitmesi ‘seçimlere iktidar destekli organize müdahale’ ithamlarının ortaya atılmasına neden oldu!

5.Küresel Organize Suç Endeksi 2021 yılı raporunda Türkiye, Birleşmiş Milletler (BM) üyesi 193 ülke arasında 12’nci sırada yer aldı. Türkiye’yi G20’de ilk 10’a sokma iddiasındaki iktidar, aksine organize suçlarda dünya 12’ncisi yaptı.  Küresel suç endeksinde Türkiye’nin yüz kızartıcı şekilde üst sıralara tırmanması, iktidarın uygulamaları, yargının duyarsızlığıyla, pek çok organize suç örgütünün ülkemizi mesken tutmasının sonucudur!

Sınır aşan organize suçlara karşı küresel mücadele girişimi (Global Inititative-Against Transnational Organized Crime/GI-TOC) tarafından yayınlanan Küresel Organize Suç Endeksi 2021 Raporu (Global Organized Cırime Index-GOCI) Türkiye’nin giderek dünyada kuşkuyla bakılan bir ülke konumuna geldiğini gösteriyor.

(https://ocindex.net/assets/downloads/global-ocindex-report.pdf)

Son dönemde ortaya atılan siyasi ve bürokratik bağlantılı çok sayıda organize suç iddiasının üzerine gidilmesi yerine konular örtbas edilmeye çalışılırken, bu iddialarla ilgili olarak yargının harekete geçmemesi, TBMM’nin mafyadan 10 bin dolar aylık alan siyasetçinin soruşturulması girişimlerini ret etmesi yolsuzluklarla ilgili araştırma önergelerinin ve soruların iktidar ittifakı tarafından oylamalarda geri çevrilmesi Türkiye’nin bu yüz kızartıcı tabloyla karşı karşıya kalmasının ve utanç listesinin ilk sıralarına yerleşmesinin zeminini hazırladı.

Kara para aklanması, terörün finansmanı, uyuşturucu ve insan kaçakçılığıyla, yolsuzluk ve rüşvetle mücadelede imzaladığı sözleşmelerdeki taahhütlerini yerine getirmediği için Uluslararası Mali Eylem Görev Gücü tarafından iki ay önce Gri Liste’ye alınan Türkiye, Küresel Organize Suç Endeksi raporunda da BM üyesi 193 ülke arasında 12’nci sıraya yükseldi. Türkiye, Asya bölgesi tasnifinde 46 ülke arasında Afganistan, Myanmar, İran ve Irak’ın ardından beşinci sırada bulunuyor.

GI-TOC Küresel Organize Suç Endeksi Raporu’nda endekste üst sıralarda yer alan ülkelerde bizzat devlet yöneticileri ve devlet görevlilerinin suça karışmış ya da bağlantılı olmasının çok sık rastlanan bir durum olduğu, bu yüzden de devlet kontrolündeki suçla mücadele sisteminin, yargı-güvenlik-istihbarat sisteminin işlemediği vurgulanarak kriterlerin bu ülkeleri üst sıralara çıkarttığı kaydediliyor.

Raporda Türkiye’deki organize suçlar ve şebekeler listesinde uyuşturucu kaçakçılığı, insan kaçakçılığı, silah kaçakçılığı yasadışı petrol ve altın ticareti, kara para aklama organizasyonları üst sıralarda yer alıyor. Organize suç örgütlerinin bağlantılı ülkeleri arasında Suriye, Irak, İran vb. ülkelere yer veriliyor. Servet affı yasalarına, ülkeye getirilebilecek servetlerle ilgili sorgulama, limit, tutar vb. kriterler olmamasına dikkat çekiliyor. Ayrıca yabancı suç aktörleri ve çeşitli bölge ülkeleriyle bağlantılı suç organizasyonlarının Türkiye’de yerleşik hale bazılarının güvenlik bürokrasisi ve devletle de bağlantılar kurarak faaliyetlerini genişlettikleri kaydediliyor.

Kanımca son dönemde ülkemizdeki faaliyetlerini genişleten Afgan, Sırp, Rus, Çeçen, Azeri, Özbek organize suç şebekelerinin medyaya da yansıyan faaliyetleri buz dağının görünen küçük kısmı. Raporda yüksek suçluluk-düşük dayanıklılık sıralamasında yer alan ülkelerin büyük bölümünün otoriter ve hukukun üstünlüğünü göz ardı eden devletler olduğuna dikkat çekilerek; “Otoriter devletler, hukukun üstünlüğünün keyfi olarak uygulanmasıyla birleştiğinde, hesap verebilirlik ve etkinlik eksikliği ile suça karşı düşük dirençliliğe sahip olmaktadır.” değerlendirmesine yer veriliyor. Uluslararası Şeffaflık Örgütü, yasa dışı gelirlerin dünya ve ülkelerin toplam GSYİH’sinin asgari yüzde 5’i tutarında olduğunu belirtiyor. Türkiye’de son açıklanan verilerle 751 milyar dolar olan GSYİH göz önünde tutulduğunda, organize suç örgütlerinin yasa dışı kazançlarının en az 4-4,5 milyar dolar olarak hesaplandığı kaydediliyor.

Türkiye’yi bir suç devleti görüntüsüne sokan sürecin mimarı iktidar ve uygulanan cezasızlık politikalarıdır. Uluslararası ilişkilerimizi ve Türkiye’nin dünyadaki saygınlığını tahrip eden bu tablo kabul edilemez. Yolsuzluk dosyalarının soruşturulmasını engelleyen, ihale usulsüzlüklerinin üzerini örten yolsuzluğa bulaşanları aklayan, rüşvete bulaşanları büyükelçi olarak atayan iktidarın ülkemizin uluslararası endekslerde ‘suç devleti’ sıralamasının tepesine yükselmesindeki vebali büyüktür! 

6.İktidarın ihracat artışına dayalı modeli daha şimdiden çökmeye başladı. Dış ticaret hadlerine ilişkin resmi veriler; iktidarın tek seçeneğinin emeği ucuzlatmak ve Türkiye’yi Avrupa’nın Bangladeş’i yapmak olduğunu, ihracatta rekor söylemlerinin aksine dış ticaret dengelerinin aleyhte geliştiğini, yüzde 79,2 olan dış ticaret haddinin bugüne kadarki en düşük değere indiğini, açık şekilde gösterdi!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), ekim ayı dış ticaret hadlerini açıkladı ve endeksin yüzde 79,2 ye gerilediğini duyurdu. İktidarın ilan ettiği düşük kur-değersiz TL ile ihracat artışına dayalı yeni modelinin çökmeye başladığı açığa çıkarken 6 ay sonrası için vaat edilen ekonomik toparlanma ve tüm sorunların çözüleceği söyleminin de yalandan ibaret olduğu TÜİK tarafından resmileşti. Dış ticaret haddindeki açıklanan yüzde 79,2’lik ekim ayı endeks rakamı dış ticaret dengelerinin ülke ekonomisi aleyhine iyice derinleştiğini, şu anda daha çok malı yurtdışına daha ucuz fiyatla satarken, daha az malı yurtdışından daha pahalıya satın aldığımızı somutlaştırdı.

Güven endekslerinde olduğu gibi dış ticaret haddi ihracat birim değer endeksi ithalat birim değer endeksine bölünerek hesaplanıyor ve şayet ortaya çıkan rakam 100’ün üzerindeyse, ihraç mallarımızı daha pahalıya satıp daha ucuza ithalat yaptığımız ve dış ticaretin ülke lehine ilerlediği dış ticaret açığının risk olmadığı, cari fazlaya doğru yol alındığı anlaşılıyor. Dış ticaret hadlerine ilişkin endeksin yüzde 79,2’ye gerilemesi ise üstte vurguladığım durumun tam tersini işaret ediyor ve ihraç mallarının yurtdışına ucuza satılıp, yurtdışından daha pahalıya mal alındığını gösteriyor.

TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre, ihracat birim değer endeksi ekim ayında bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 12 arttı.  Endeks bir önceki yılın aynı ayına göre, gıda, içecek ve tütünde yüzde 8,1, ham maddelerde (yakıt hariç) yüzde 19,6, yakıtlarda yüzde 100,3 ve imalat sanayinde (gıda, içecek, tütün hariç) yüzde 10,1 artış gösterdi.

İthalat birim değer endeksi ise ekim ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 39 arttı. Endeks geçen yılın ekim ayına kıyasla gıda, içecek ve tütünde yüzde 23,1, ham maddelerde (yakıt hariç) yüzde 53,9, yakıtlarda yüzde 184 ve imalat sanayinde (gıda, içecek, tütün hariç) yüzde 18,7 yükseliş gösterdi.

İhracat miktar endeksinde geçen yılın aynı ayına göre gerçekleşen artış yüzde 7,3 oldu. Endeks bir önceki yılın aynı ayına göre, gıda, içecek ve tütünde yüzde 8,8, ham maddelerde yüzde 10,1 ve imalat sanayinde (gıda, içecek, tütün hariç) yüzde 8,6 artarken, yakıtlarda yüzde 8,8 azaldı.

İthalat miktar endeksi ise ekim ayında geçen yılın ekimine göre yüzde 18,8 azaldı. Endeks bir önceki yılın aynı ayına göre, gıda, içecek ve tütünde yüzde 6,9 artarken, ham maddelerde (yakıt hariç) yüzde 17,5, yakıtlarda yüzde 8,7 ve imalat sanayinde (gıda, içecek, tütün hariç) yüzde 14,4 azaldı.

Üstteki verilerde de görüldüğü gibi ithalat birim değer endeksi yüzde 39 olurken bu oran yüzde 12 olan ihracat birim değer endeksinin üç katından fazla.

  • Diğer deyişle bir birim mal, ürün ya da hammadde ithal edebilmek için 3,25 birim mal veya ürün ihraç etmemiz gerekiyor.

İhracat miktar endeksi yüzde 7,3 artmasına karşılık ithalat miktar endeksi yüzde 18,8 azalmış. İhraç ettiğimiz miktardan daha az ithalat yapmamıza rağmen ödediğimiz bedel üç mislinden fazla artmış. İthalattaki bu tablo ve miktar endeksindeki gerileme ihracata dönük üretim yapılan sektörlerdeki ithal girdilerin, hammadde ve aramalı ithalatının azaldığını dolayısıyla bir süre sonra ihracata dönük üretimin de birim endeks maliyetindeki üç katı aşan artış ve pahalılık nedeniyle düşüşe geçeceğini gösteriyor. Bu sürecin bir başka anlamı ise iktidarın kurguladığı ihracat artışı odaklı yeni ekonomi modelini oluşturan çemberin kırılacağı ve dağılacağı.

İktidar ucuz ihraç malı satışıyla ihracatı artırma iddiasında olsa da TÜİK’in dış ticaret birim endeks verileri bunun kalıcı ve sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. İhraç mallarında ucuz fiyat avantajını sürdürebilmenin tek yolu olarak ucuz işgücünün devreye sokulması hedefleniyor. Bunun için de iktidarın önünde sadece emeğin ucuzlatılarak uygulanan ekonomi politikalarıyla yoksullaştırılan kitlelerin boğaz tokluğuna çalıştırılması seçeneği kalıyor!

7.İktidar, üretici ve market zincirlerinden sonra stokçulara da ülkeyi mezar edeceğini söylüyor. Ağır para cezaları için yasa çıkartıyor. Resmi üretici enflasyonunun TÜİK verisiyle yüzde 55’e dayandığı bir ekonomide; üreticiyi, toptancıyı, perakendeciyi fiyat belirleyemez konuma sürükleyen, ürününü kaçtan satacağını, yenisini hangi fiyattan yerine koyacağını öngöremez hale getiren, gerçek sorumlu iktidarın kendisidir!

İktidar aylardır dile getirdiğimiz tüm uyarılara rağmen düşük faiz-yüksek kur-ucuz emeğe dayalı yeni ekonomi politikasında ısrar ederken, piyasada oluşan fiyat dalgalanmalarından, olağanüstü maliyet artışlarının fiyatlara yansımasından hep başkalarını sorumlu tutuyor. Sürekli yeni suçlular, sorumlular icat ediyor. Önce üreticiyi, hal esnafını ‘gıda teröristi’ ilan edip soğan-patates depolarını basan iktidar, ardından 5 market zincirini ‘fahiş fiyat suçlusu’ ilan etti ve Rekabet Kurulu’na ağır para cezaları kestirdi. Şimdi yeni suçlu olarak ‘stokçular’ çıkarıldı. 6585 sayılı Perakende Yasası’nda değişiklik yaparak stokçuluk yapanlara en üst sınırdan para cezası uygulanacağını ilan eden CB Erdoğan’ın direktifiyle AK Parti grubu değişiklik teklifini meclise getirdi. Değişiklik teklifinde ‘piyasada darlık yaratıcı, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozucu faaliyetler ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyici faaliyetlerde bulunan üretici, tedarikçi ve perakende işletmelere’ verilen para cezalarının artırılması öngörülüyor.

Halen bu konularda uygulanan para cezaları 50-500 bin TL arasında. İktidar bu cezaları en az iki-üç katına çıkarılmasını, caydırıcı şekilde artırılmasını hedefliyor. Ancak sorunların temeline inmekten kaçıp gerçekte sorunun nereden kaynaklandığını görmezlikten gelerek sürekli şekilde polisiye tedbirler, baskınlar, suçlamalar ve cezalarla kendisini sorumluluktan kurtarmaya çalışan iktidar, yaşanan kaos ve kargaşanın, zamların, enflasyon ve fiyat artışlarının asıl sorumlusudur. İktidarın stokçuluk ve karaborsa konusunda da kafasının karışık olduğu, ne yapacağını bilmez durumda olduğu görülüyor. Getirilen değişiklik teklifinde ‘stokçu’ tanımı bile yok!

Öncelikle ekonomide stok deyimi her üreticinin, esnafın, işletmenin, sanayicinin toptancı ya da perakendecinin deposunda belirli miktarda tutması gereken, sattığı ürünün yerine yenisini sipariş edene kadar müşterisine ‘yok’ dememek için deposundan çıkartıp satışa sunmak üzere beklettiği mal ya da üründür. Mahalle bakkalının deposunda bile bir miktar stok malı olmak zorundadır. Dolayısıyla iktidar kimi hedef alacağını bilmez halde! Asıl üzerinde durulması gereken bir işletme mal ya da ürünü stoklayıp deposunda tutuyor da satmadan bekletiyorsa, alıcılara ‘yok’ diyorsa ya da el altından deposundaki malı piyasa fiyatının üzerinde satmaya çabalıyorsa, bu yüzden piyasada mal ya da ürün bulanamıyorsa, karaborsaya düşmüşse o zaman stokçuluktan söz edilebilir. Şu andaki durum bu değil. İktidarın tutarsız politikaları, her gün değiştirdiği ekonomik modellerinin yarattığı ekonomik kaos ve kargaşadan ötürü olağanüstü yükselen maliyetler, fiyatlar, döviz kurları vb. nedenlerle kimsenin önünü görememesi. Üretici, toptancı, perakendeci ‘mal vermiyorum’ demiyor ki. Malının fiyatını artırıyor, zam yapıyor ya da fiyatlama yapamıyor. İktidarın politikalarıyla kurlar her saat başı değişirken, akaryakıt zamlarının süresi 24 saate inmişken, çek-senet-vadeli satış ortadan kalkmış haldeyken ve TL hızla ekonomik değişim aracı olmaktan çıkmış ve her şey dövize endekslenmişken, insanları sattığı malı hangi fiyattan yerine koyacağını bilemez duruma getirip sonra da stokçulukla suçlayamazsınız. Kurun sürekli sert iniş-çıkışlar sergilediği, her gece yarısı yeni bir zammın yürürlüğe girdiği bir ekonomik ortamı kendi ellerinizle yaratıp sonra da etikete, stoktaki mala, tarladaki, depodaki ürüne ceza keserek sorunu çözmezsiniz. İktidarın en büyük açmazı sorunların farkında olmadığının da farkında olmaması! Sanki her şey normal işliyor, TL’nin değeri ve kurlar stabil, ithal girdiler aynı fiyattan gelmeye devam ediyor, enflasyon aylardır yatay seyrediyor, faizlerde yaprak kıpırdamıyor, ama insanlar çıkmış stokçuluk yapıyor! Böyle bir durum var mı Türkiye’de?  İktidar şimdi polisi, zabıtayı, Ticaret Bakanlığı denetçilerini ortaya salıp göstermelik baskınlarla stokçu avına çıkacak, ceza kesip algı yaratacak ve yine birilerini ‘hain, terörist, dış güçlerin maşası vb.’ ilan edecek. O yüzden getirdikleri değişiklik teklifinde stokçu tanımını yapamayıp, ucu açık bir suçlamaya zemin hazırlayabilmek için konuyu muğlak bırakıyorlar.

Taşımacılık şirketlerinin hesaplamalarına göre İstanbul-İzmir arası mal-ürün taşımacılığında tır ve kamyonların tek yönlü gidişte paralı köprü-otoyol geçiş ücreti 1.650 TL. Gidiş-dönüş 3.300 TL. Tüketilen mazot 420 litre ve 10 TL’yi bulan mazot fiyatıyla 4.200 TL! Dövize endeksli geçiş ücretleri ve mazot harcamasının toplamı 7.500 TL. Akaryakıt her hafta zamlanıyor. Geçiş ücretleri dövize göre yine artacak!

Şimdi taşımacıları fahiş fiyatla mı itham edeceksiniz? Ne geçiş ücretini ne mazot fiyatını kamyon şoförü, taşımacı, üretici, sanayici belirlemiyor. Hepsini iktidar belirliyor. Bu maliyet fiyata yansıtılmayacak ve herkes topyekûn batacak mı? Market zincirlerine ağır para cezaları kesildi. Ne oldu, fiyatlar mı düştü, enflasyon mu düştü? İktidar, bunlara gözlerini kapatarak suçlu ilan etme telaşında!

8.TÜİK’in Ekim 2021 İşsizlik ve İstihdam İstatistikleri mevcut ekonomik gerçekler ve ağır işsizlik tablosuyla örtüşmüyor. İş ve İşçi Bulma Kurumu (İŞKUR) verileriyle TÜİK verileri arasında da çelişkiler söz konusu. TÜİK, işsiz sayısının azaldığını ve işsizlik oranının düştüğünü açıkladı. İŞKUR’un rakamları ise işsizlik maaşı için başvuran yeni işsizlerin sayısının ciddi ölçüde arttığını gösteriyor!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) İstihdam ve İşsizlik İstatistiklerinde yine gerçeklerle bağdaşmayan rakamlar açıkladı. Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısının 2021 yılı Ekim ayında bir önceki aya göre 75 bin kişi azalarak 3 milyon 717 bin kişi olduğunu açıklayan TÜİK, resmi işsizlik oranının da 0,2 puanlık azalışla yüzde 11,2 seviyesinde gerçekleştiğini duyurdu. 15-24 yaş arası genç işsizlikte de 0,8 puan düşüş olduğunu bildiren TÜİK, genç işsizlik oranının yüzde 20,1’e gerilediğini ilan etti. TÜİK’in zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan ‘atıl işgücü’ olarak adlandırdığı ‘geniş tanımlı işsizlik’ oranı, 2021 yılı Ekim ayında bir önceki aya göre 1 puan artarak yüzde 22,8 oldu.

  • Bir yandan işsizliğin azaldığını kaydeden TÜİK diğer yandan ise geniş tanımlı işsiz sayısının arttığını 8 milyonu aştığını dile getiriyor.

Bu çelişki somut olarak görülürken, işsizlik ve istihdam verisi yayınlayan bir başka resmi kuruluş, İş ve İşçi Bulma Kurumu (İŞKUR) ise işsizlik maaşı başvurularında çok ciddi artışlar olduğuna yönelik rakamlar yayınladı.

  • Her şeyden önce DAR (%11,2) VE GENİŞ TANIMLI İŞSİZLİK (%22,8) ARASINDAKİ MAKASIN bu denli açılmasına karşılık TÜİK’in hâlâ işsizlik oranı ve işsiz sayısının azaldığını duyurması ciddi manada izaha muhtaç!

Kanımca makasın açılmasındaki en önemli etken, salgın dönemindeki işten çıkarma yasağı, kısa çalışma ve nakit desteği ödemeleri sayesinde dar tanımlı işsizliğin sınırlı düzeyde tutulmasına karşılık, bu ödemelerin ve işçi çıkartma yasağının temmuz ayından itibaren kalkmasıyla geniş tanımlı işsizlik hızla yükselişe geçti.

İŞKUR’a göre işsizlik ödeneğine son bir yılda başvuranların sayısı 1 milyon 408 bin kişi artarken, başvurusu kabul edilenlerin sayısı ise 567 bin kişi oldu. TÜİK, son bir yılda dar tanımlı işsiz sayısının 341 bin kişi azaldığını söylüyor. Ekim ayında İŞKUR’a işsizlik maaşı başvurusunda bulunan yeni işsiz sayısı 114 bin kişi olurken TÜİK, işsiz sayısının 75 bin kişi azaldığını söylüyor. Ekim ayında istihdam edilenlerin sayısı bir önceki aya göre tarım sektöründe 33 bin kişi, hizmet sektöründe 211 bin kişi artarken sanayi sektöründe 58 bin kişi, inşaat sektöründe 4 bin kişi azalmış. İstihdam edilenlerin yüzde 17’si tarım, yüzde 21,5’i sanayi, yüzde 6,1’i inşaat, yüzde 55,4’ü ise hizmet sektöründe yer alıyor. İstihdamın bu dağılımı aynı zamanda iktidarın Çin endeksli ihracat artışına dayalı yeni modelinin tutarsızlığını somutlaştırıyor. İstihdamın yüzde 55’inden fazlası hizmet sektöründe. Sanayi ve inşaatta istihdam gerilemesi yaşanıyor. Türkiye ihracat artışını hizmet sektöründen mi karşılayacak? Ya da bu sektörde çalışanlar bir anda topyekûn sanayi işçisi mi olacak? Oysa sanayide istihdam edilenler bir ayda 58 bin kişi azalmış. Diğer yandan TÜİK ekim ayında sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan kayıt dışı çalışanların toplam çalışanlar içindeki payının da geçen yılın aynı ayına göre 2,3 puan azalarak yüzde 29,5 olarak gerçekleştiğini söylüyor. Kayıt dışı istihdamın azalması çalışanların sosyal güvenceyle istihdam edilmesi olumlu bir gelişme ancak bu durum istihdam edilenlerin sayısına ciddi ölçüde yansımamış görünüyor.

Ülke ekonomisinin gerçek işsizlik tablosunun TÜİK’in verilerinin çok daha ötesinde ve oldukça vahim boyutta olduğunu görebilmek için TÜİK’in resmi rakamlarına ihtiyaç olmadığını, vatandaşın arasında birkaç saat dolaşmanın yeterli olacağını vurgulamak isterim! İktidara bağlı iki kamu kurumunun verileri arasında neredeyse yüzde 100’e varan bu çelişki ve farklılık kabul edilemez!

9.Merkez Bankası Piyasa Katılımcıları Anketi sonuçları, gerek Merkez Bankası’nın kur-faiz-enflasyon-para politikalarına gerekse CB Erdoğan’ın Çin endeksli Yeni Ekonomik Modelin çözüm olacağına kimsenin inanmadığını ortaya koydu. İktidarın 6 ayda sorunların çözüleceği vaadinin aksine, önümüzdeki 12 ve 24 ayda durumun çok daha kötüye gideceği endişesini taşıdıklarını gösterdi!

Merkez Bankası’nın (MB) 2013 yılından bu yana aylık olarak yayınladığı beklenti anketinin aralık ayı sonuçları CB Erdoğan’ın Çin endeksli yeni ekonomi modelinin tüm sektörlerde ve ekonomik-toplumsal kesimlerde karşılığının olmadığını, gerçekçi ve güvenilir bulunmadığını gösterdi. MB’de başkan değişikliği sonrasında ismi Piyasa Katılımcıları Anketi (PİKA) olarak değiştirilen araştırmada enflasyonda ve kurlarda daha hızlı ve olağanüstü boyutta artışların beklendiği, gelecek 12 ve 24 aylık dönemlerde de her iki alanda kötüleşmenin devam edeceği öngörüsü ağırlık kazandı. İktidarın yeni ekonomik modelle çift haneli büyüme iddiasının aksine PİKA katılımcıları bu yılın tek haneli büyümeyle kapanacağı gelecek yılda da büyümenin yavaşlayacağı beklentisini öne çıkarttı.

Banka-finans kesimi, reel sektör temsilcileri ve yöneticileri yanında bilim insanlarının da katıldığı ankette kasım ayında yüzde 19,31 olan yılsonu TÜFE beklentisi bir ayda yaklaşık 5 puan birden artarak yüzde 23,85’e yükseldi. Geçen ay yüzde 1,32 olan aralık ayı TÜFE beklentisi, bu anket döneminde yüzde 3,37’ye çıktı. Anket katılımcıları enflasyonun ocak ayında yüzde 2,99, şubat ayında yüzde 1,96 olacağını bekliyor. Önümüzdeki 12 ay sonrası TÜFE beklentisi ise yüzde 15,61’den 21,39’a, 24 ay sonrası TÜFE beklentisi de yüzde 11,76’dan 14,41’e yükseldi. MB anket sonuçları önümüzdeki 2 yıllık dönemde de enflasyonun çift haneli seyredeceği ve artacağı yönünde ağırlık sergiliyor. Aynı durum TL’deki değer kaybı ve döviz kurlarındaki yükseliş beklentilerine de yansıyor. Ankete katılanların yıl sonu dolar/TL beklentisi 9,98’den 13,77’ye, 12 ay sonrası dolar/TL beklentisi ise 10,93’ten 15,56’ya çıktı. Bir önceki anket döneminde 19,2 milyar dolar olan yıl sonu cari işlemler açığı beklentisi, aralık ayında 15,6 milyar dolara, gelecek yılsonu içinse 19 milyar dolardan 11,2 milyar dolara indi. 2021 yılı Gayrisafi Yurt içi Hasıla büyüme beklentisi yüzde 9,2’den yüzde 9,9’a yükselirken, 2022 yılı büyüme beklentisi ise yüzde 4,2’den yüzde 4,1’e geriledi.

MB’nin tüm ekonomik kesimlerin nabzını tutmayı hedefleyen PİKA sonuçları; iktidara, ekonomi yönetimine ve uygulanan ekonomi politikalarına güvensizliğin anketin yayınlanmaya başladığı 2013’ten bu yana 8 yılın zirvesine çıktığını, ortaya koyuyor.  MB’nin yaptığı ankette bile kimsenin inanmadığı-güvenmediği bir ekonomik model ya da programın başarı şansı sıfırdır!

10.Merkez Bankası’nın (MB) 4 puanlık faiz indiriminin ardından bu hafta da Para Politikası Kurulu’ndan (PPK) son anda bir sürpriz olmazsa yeni bir indirim daha bekleniyor. Ancak şu ana kadar yapılan indirimlerin bankaların mevduat ve kredi faizlerine yansımadığı, aksine TL mevduat faizleri düşerken ticari kredi faizlerinin yükseldiği, döviz kredilerinde faiz artışlarının uygulamaya konulduğu görülüyor!

Bankaların TL tasarruf mevduatları için uyguladıkları faiz oranı 03 Aralık haftasında bir önceki haftaya göre 4 baz puan düşüşle yüzde 14,99 olurken dolar mevduat faizi 2 baz puan azalışla yüzde 0,53 ve Euro mevduat faizi 1 baz puan azalışla yüzde 0,18 oldu. Bankalar TL ve döviz tasarruf hesaplarına uyguladıkları faizi MB politikasına paralel olarak aşağı çekerek fon maliyetlerini düşürürken ticari, konut ve otomobil kredilerinde ise yüksek oranlı faiz artışlarını yürürlüğe koydu. Oysa CB Erdoğan’ın savunduğu tez MB faizinde indirimin bankaların kredi faizlerine yansıyacağı, kredi talebiyle birlikte yeni yatırımların ve üretimin artacağı idi.  Bankaların uygulamaya koyduğu ortalama kredi faizleriyle ilgili veriler durumun iktidarın umduğunun tam tersi yönde olduğunu, bankaların enflasyonun altında faizlerle kredi vermeye yanaşmadığını ancak mevduat faizlerini enflasyonun yaklaşık 7 puan altına çektiklerini gösteriyor. Bu faizlerle TL tasarruf sahiplerinin paralarını bankada tutmaları kayba uğramaları anlamına geliyor.

Toplam mevduat içinde döviz mevduatlarının payının yüzde 62’ye ulaşması TL tasarruf sahiplerinin tercihinin döviz olduğunu işaret ediyor. 3 Aralık verilerine göre, TL ticari kredilerin faiz oranı bir önceki haftaya göre 59 baz puan artışla yüzde 19,47 olurken, TL bazlı konut kredi faizleri 9 baz puan artışla yüzde 17,03, taşıt kredi faizleri 216 baz puan artışla yüzde 23,64 ve ihtiyaç kredi faizleri 95 baz puan artışla yüzde 24,52 düzeyine yükseltildi.

Dolar bazlı ticari kredilerin faiz oranı aynı haftada 103 baz puan artışla yüzde 4,50 olurken Euro bazlı ticari kredilerin faiz oranı da 33 baz puan artışla yüzde 2,79’a çıkarıldı. Ticari, konut, otomobil, tüketici kredisi faizlerinin 3 Ocak’ta açıklanacak aralık ayı enflasyonuyla birlikte yıllık resmi enflasyonun kesinleşmesinden sonra tekrar artacağını ve daha da yukarı çekileceğini söyleyebilirim.

11.İnşaat maliyet endeksi yıllık bazda enflasyonun iki katı düzeyine ulaşarak yüzde 41,93 oldu. İnşaat maliyet endeksindeki tüm unsurlarda artış gözlenirken en düşük artışın işgücü maliyetinde görülmesi oldukça dikkat çekici. Malzeme maliyet endeksindeki artışın yüzde 51’e çıkması, konut ve inşaat fiyatlarının ucu açık ve kontrolsüz bir şekilde yükselmeye devam edeceğini gösteriyor!

2021 yılı Ekim ayı inşaat maliyet endeks verileri bir önceki aya göre aylık yüzde 4,75, geçen yılın aynı ayına göre yıllık bazda ise yüzde 41,93 arttı. Bir önceki aya göre malzeme endeksi yüzde 6,15, işçilik endeksi yüzde 1,06 yükseldi. Geçen yılın aynı ayına kıyasla malzeme endeksindeki artış yüzde 50,47 olurken, işçilik endeksi yüzde 22,62 artış gösterdi. Bina inşaatı maliyet endeksi, yıllık yüzde 42,13, aylık yüzde 4,37 arttı. Bina inşaatı maliyet endeksinde malzeme endeksi aylık yüzde 5,69, işçilik endeksi yüzde 0,98 olurken geçen yılın aynı ayına göre malzeme endeksi yüzde 50,98, işçilik endeksi yüzde 22,64 arttı. Bina dışı yapılar için inşaat maliyet endeksi ise yıllık yüzde 41,24, aylık yüzde 6,04 arttı. İnşaat maliyet endeksinde, malzeme ve işçilik maliyet endekslerinde gözlenen artışlar enflasyon rakamının iki katı ya da üzerinde. Bu maliyet endeks artışları konut, bina, dükkân, büro fiyatlarının maliyet açısından yüzde 50’nin üzerinde pahalandığını işaret ediyor. Bunun üzerine müteahhit kârı, KDV, tapu harcı, vb. ödemelerin eklenmesiyle konut-daire-ticarethane-ofis satış fiyatlarının yüzde 100 veya üzerinde arttığını ve artmaya devam edeceğini öngörmek yanlış olmaz.

Birkaç yıl öncesine kadar 15 yıl vadeli TL konut kredileriyle ve ödeme gücünü zorlamayan geri ödeme taksitleriyle konut sahibi olmak mümkün iken uygulanan yeni ekonomi politikalarıyla döviz geliri ya da birikimi olmayanların ev-işyeri sahibi olması olanaksız. İlk ve ikinci el konut-gayrimenkul satışları fiyatların daha da yükseleceği beklentisiyle durmuş vaziyette. Üç kamu bankasının konut kredilerinde zoraki sembolik indirimlerin bir işe yaramadığı, sektörün iyice ağırlaşan sorunlarına çözüm olmadığı görülmektedir!

YORUMLAR
Bir Yorum Yapın